30 Ocak 2018 Salı

7) Lou Andreas-Salomé- Feniçka

70 sf.-Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


 Freud'un öğrencisi, Nietzsche ve Rilke'nin aşık olduğu kadın... Açıkcası Salomé'den bahsedenlerin hep bu durumlar nedeniyle onun eserlerini merak ettiklerini söylediklerini duydum. Ama bence sırf bu sıfatlarla anılmak, Salomé gibi tek başına zaten muhteşem olan bir kadına hakarettir. 
 Feniçka , Salomé'nin kendisinden çok fazla etkilenerek yazdığı bir karakter bence. Hatta belki de kendi hayatından bir kesiti okumuşuzdur, bunu bilemeyeceğim . Fakat bildiğim şey , Feniçka'nın okuduğum en iyi kadın karakterlerden biri olduğu. Öyle ki, Feniçka'nın her dediğinin altını çizmekten alamadım kendimi. 
 Kitapta beni en çok etkileyen noktalardan biri Feniçka'nın aşağılanan bir hemcinsine karşı yaklaşımıydı. Bu olayla kitaba giriş yapılıyor ve zaten başından Feniçka'nın nasıl mükemmel bir kadın ve bir insan olduğunu başından anlıyoruz. Bu olay beni etkiledi çünkü günümüzde erkekler kadar kadınlar da , kadınları aşağılıyor ,acımasızca yargılıyor ,kendi görüşüne uymadığı için bambaşka şeylerle yaftalıyor. Aynı sorunları yaşıyor, aynı dertleri paylaşıyor, aynı şeylere belki de her gün korkuyor, aynı şeylerden çekiniyor, aynı özgürlükleri istiyoruz fakat birbirimizi hiç anlamıyor, yeri geldiğinde acımasızca eleştiriyoruz.Farkında olmadan, birbirimize kötü duygular besledikçe kendi oturduğumuz dalı kesiyoruz. 
 Feniçka, döneminin çok ilerisinde görüşlere ve davranışlara sahip bir genç kadın. Kitap ağırlıklı olarak, Feniçka ile konuştukça fikirleri ve kadına bakış açısı değişen  Max Werner ile Feniçka'nın diyalogları ile devam ediyor. Zaten kısacık bir kitap, olay örgüsü değil de düşünceler ön planda. Aslında keşke biraz daha uzun olsaymış dedim çünkü bitirdiğimde bir bitmemişlik hissi oluştu içimde. Yine de çok güzeldi, sonu da duygulandırdı beni.


   "Bu dünyada bizi özgürlüğe yaklaştıran tek bir şey varsa o da zihinsel çalışmalardır."


    "Aşkı nasıl mı hayal ederdim? Ah, çok basit. Son derece sade ve sağlıklı. Sanırım hiç de şeytani ve romantik sayılamayacak şeylerle karşılaştırırdım aşkı.Her gün açlığımızı giderdiğimiz kutsal, doyuran ekmekle; her gün evimizi açtığımız hayat veren temiz havayla. Sonuç olarak her şeyi borçlu olduğumuz, ama haklarında pek öyle tumturaklı laflar etmediğimiz en önemli, en doğal, en güzel şeylerle."


"...Benim onurum için başka insanların endişe etmeleri son derece nahoş ve ben buna alışkın değilim. Ayrıca onur kırılgan bir şey olabilir, ama ben değilim."


"İnsan kadınları ister idealize etsin ister şeytanileştirsin, her durumda erkeğe bağlı değerlendirip basitleştiriyordu. Belki de kadına adeta bir sfenks karakteri yüklenmesinin temelinde büyük ölçüde, erkeğinkinden hiç de geri kalmayan eksiksiz insaniyetinin bu ağır basitleştirmeyle örtüşmemesi yatıyordu."











10 Ocak 2018 Çarşamba

6) Gogol - Bir Delinin Hatıra Defteri



Bir Delinin Hatıra Defteri benim Gogol'dan okuduğum ilk kitap oldu. Varlık yayınlarının Nihal Yalaza Taluy çevirisini okuduğum için de çok mutluyum. Kitapta ayrıca "Palto" ve "Burun" hikayeleri de vardı. Bütün hikayeleri çok sevdim . Özellikle de Palto hikayesine bayıldım.
Gogol mükemmel bir yazar , çok ince bir zekası, gözlem gücü ve  mizah anlayışı var .
Gogol'un diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum. 

"Öte yandan bu derece nazik ,ince yapılı Ay, insanların orada barınması için elverişli değildir, sadece burunları yerleşebilir Ay'a... Zaten bu yüzden Ay'da bulunan burunlarımızı göremeyiz. Şimdi Ay'ın yeryüzümüz gibi ağır bir nesne altında kalmasıyla burunlarımızın nasıl pestil haline geleceğini düşündüm ve kuşkulandım doğrusu."


"Tiyatroya bayılırım! Doğrusu cebime birkaç kapek geçti mi soluğu tiyatroda alırım. Oysa ki şu bizim memurlar arasında ömründe tiyatronun kapısına uğramamış yabanlar vardır. Belki beleşten bir bilet geçince zahmet buyururlar ama, parayla tiyatroya gitmeyi akıllarının köşesinden geçirmezler."



"Herkesin nabzına göre şerbet veren, saray kapılarını aşındıran, kendilerini yurtsever diye satan, yüksek rütbeli, yüce unvanlı babalar da sadece yağlı kuyruk peşinde... Evet, yağlı kuyruktan başka düşünceleri yoktur bu yurtseverlerin! Para için yalnız anasını babasını değil, Tanrısını bile satar bu çıkarcılar."



"Ama bu konunun üzerinde fazla durmamak belki daha iyi olacak, çünkü bizim Rusya, öyle garip bir ülkedir ki, bir 9. derece memurdan söz açınca Riga'dan Kamçatka'ya kadar bütün 9. derece memurlar kendilerinden söz edildiğini sanarak alınırlar... Hatta yalnız onlar için değil, unvan ve rütbe sahibi başkaları için de aynı şey söylenebilir."





5) İrem Uşar- Ben Ayrıkotu


Ben giyinip evden çıkacağım. Bir apartman kapısının önüne geleceğim, durup önce apartmanın ismine, sonra zillere bakacağım. Zildeki bir isim hoşuma gidecek, hemen oracıkta zahmetsizce sokağının, apartmanının adını, daire numarasını zarfın üstüne yazacağım. Sonrasında, derhal oradan uzaklaşacağım. Postaneye gidip Şef'ten -postanenin şefi, eski ahbap, uzun hikâye- mektubumu postalamasını rica edeceğim.
Platonik posta! Yapacağım şey bu.

On dokuz yaşındaydı ve insanlardan kopmuştu. Ne buluşmak istiyordu onlarla, ne de karşılaşmak. Konuşup yanlış anlaşılmaktansa, yazının güvenli ritmini tercih etti. Kapısını kapadı, kalbini açtı. Böyle böyle başladı mektup yazmaya. Kimseye söyleyemediklerini herkese anlattı. Günlerce, haftalarca, aylarca... Ve sonunda, hiç beklemediği birine yakalandı!..

Gözlem gücünün yansıdığı kitaplarıyla sevilen İrem Uşar'ın ilk kez 2008'de yayımlanan romanı, gözden geçirilmiş baskısıyla ON8'de. Bir gencin yaşamındaki özel bir döneme, onun saklanmak ve erişmek, silikleşmek ve görünür olmak arasındaki gelgitine tanıklık eden Ben Ayrıkotu, gerçeklik ve hayal dünyası arasında usulca geziniyor. İnsanın karmaşık duygu durumlarını, iç hesaplaşmalarını ustalıkla çözen romana İstanbul'un birbirinden farklı ve özel mekânları ev sahipliği yapıyor. Ödüllü çocuk kitaplarının yazarı İrem Uşar, genç ve samimi üslubuyla her yaştan okuru kucaklıyor.
(Tanıtım Bülteninden)



Çok fazla kişinin bilmediğini düşündüğüm çok güzel bir kitapla karşınızdayım. Açıkçası ben de kitap alışverişi yaparken tesadüfen fark ettim bu kitabı. İsmi ilgimi çekti, arka kapak yazısı ise hemen sepete eklememe neden oldu :)
Kitabımızın konusu gerçekten ilginç . 19 yaşındaki karakterimiz platonik mektuplar yazmaya karar veriyor. Rastgele adreslere yüzlerce mektup gönderiyor, iki yıl boyunca resmen eve kapanıyor. Biz bir bölümde bu mektubu sonraki bölümde ise mektubu bulan kişinin hayatından bir kesit okuyoruz. 

Konu gerçekten çok güzel, yazar güzel işlemiş ve sonunda gerçekten şaşırttı beni. İrem Uşar' ın dili oldukça güzel. Sade ve akıcı bir anlatımı var aynı zamanda edebi olarak da doyurucu. 
Ben Çağdaş Türk Edebiyatı okumayı seviyorum.Yazarın başka kitapları çıkarsa onları da mutlaka okuyacağım .




"İşte,onun dışarıdan görünen ağırlığı, sessizliği de bundan. Çok fazla sesten sessiz, sonsuz düşünceden fikirsiz, telaşlı içsesinden heykel olmuş."



"Onlar kendilerini çok kalabalık sanıyorlar. Aslında nüfusları o kadar değil. Böyle görünmelerinin asıl nedeni, kendilerini gerçekte olduğundan çok daha 'fazla' sanmaları."




"O gün anladım, insan insana çoğu zaman yalan söylüyor. Kendini korumak için diğerini kandırıyor. Kendini göstermemek için, gururuna yediremediği için, uzun uzadıya uğraşmamak için, bıktığı için, doğrular işine gelmediği için ya da umudu tükettiğinden, saklanıyor."



"Bedeni oradayken aklı hep başka yerde. Hep kendinden biraz önde gidiyor. O mahcup, utangaç halleri üstüne yapışmış, bir türlü kendinden sökemiyor. Aslında  başka biri o, ama kim olduğunu unutturmuşlar. Kim olduğunu öğrensin istememişler."



"Çoğu zaman uzak gördüğü, ama sıklıkla hayal etmekten kendini alamadığı gerçeği, isterse pekala yaşayabileceğinin farkına varınca, insanın içinde tuhaf bir özgürleşme büyüyor. Ben de kendi içimde öyle büyüdüm."



"Alışkanlıklar... kopyalamalar... alıp getirmeler... tam da bir öncekinin yerine koymalar... İnsanın en iyi bildiği şey bu, değil mi?" 



"Işık umuduyla tünel kazmak bazen iyi gelir."



"O zaman nasıl oluyor da, bir başkasınınkiyle mutlaka kesişecek duygular yaşarken, bu kadar az anlıyoruz birbirimizi? Nasıl oluyor da, bu kadar yalnız kalıyor, uzun sessizlikler yaşıyoruz? Söyleyeceklerimizi birçok kez düşünüp, sonra bambaşka konuşuyoruz? Ve, öyle ya da böyle, yalnızlıktan hoşnutken bile, sonunda mutlaka dostluk, aşk arıyoruz?"


Fotoğraf çekimini sabote etmeye çalışan kedimi de aşağıda görebilirsiniz  :P






31 Aralık 2017 Pazar

3-4) Öznur Yıldırım - Yabancı Şahmeran / Yabancı Veyl



 


Herkese merhaba,
Bugün art arda okuduğum iki kitaptan bahsetmek istiyorum. Açıkçası ben Wattpad kitaplarına karşı fazla ön yargılıydım. Ama bir gün - neden bilmiyorum- çok fazla olay yaratan Yabancı Şahmeran kitabını satın aldım .Herkesten tecavüzü meşrulaştırıyor, kadınları aşağılıyor gibi yorumlar duyduğum için okuyup kendim görmek istedim. Ve kitabın ilk birkaç sayfasını okuduğumda gerçekten inanamadım , Öznur'un dili beni çok etkilemişti. Betimlemeleri, iç tasvirleri o kadar güzeldi ki o karamsar ruh halini kendim yaşıyormuş gibi hissettim. Bir ilk kitaba göre gerçekten çok başarılıydı . Daha kitabı okumadan yaptığım yorumlar için şimdi gerçekten utanıyorum . İlk kitap bitince hemen ikincisini de satın aldım .Ve ikinci de bitince üçüncü kitap çıkmamış olduğu için üzüntü duyduğumu itiraf etmeliyim. İki kitabı da ikişer günde bitirdim. Kitabın yazı puntosu çok küçük olmasına ve 600 sayfa olmalarına rağmen su gibi aktı .Bence bu kadar kısa sürede bitirmem gerekten başarılı bir dili olduğunu gösteriyor .



   Bazı kişilerin betimlemeler bir yere çıkmıyordu, anlamsızdı dediğini duymuştum ama ben katılmıyorum. Açıkçası benim anlamadığım bir betimleme olmadı iki kitapta da. Aksine betimlemelerdeki kelimeler özenle seçilmiş gibi art arda ahenkle akıyordu ve hepsi de anlatmak istediği şeyi gayet net anlatıyordu. Fakat bazı noktalarda betimlemelerin gereksiz olduğuna ben de katılıyorum . Diyalogların arasındaki bazı betimlemeler kendini fazla tekrarlıyordu ve akıcılığı bozuyordu.
  Genel olarak kitaplarda kendini tekrar eden ve sıkan bazı noktalar da yok değildi. Mesela Ediz'in sürekli Doğa'yı bir bara , restorana vs. birileriyle görüşmek için sürüklemesi . Bu gittikleri mekanlarda yaptıkları hiçbir şey yoktu . Görüşmelerin bir anlamı, sonucu, bağlandığı bir yer yoktu . İkinci kitabın sonuna kadar çözümlenen bir olay olmadı. Ediz amaçsızca görüşmeler yapıp durdu . Bu gittikleri yerlerde hep Doğa'nın başına bir şeyler geldi. Ediz sanki "Doğa biraz da şu barda bayılsın" diye mekan değiştirip duruyormuş gibi geldi bana :D  Tabi belki bir amacı vardır bu olayların ama biz olayları Doğa'nın gözünden okuduğumuz için ve Ediz , Doğa'ya hiçbir şey anlatmadığı için olayların çok dışında kaldık . Bu durum da bir süre sonra gizemden sıkıcılığa doğru kaydı. Doğa kitapta sürekli Ediz'in mükemmel zekasından ve planlarından söz ederken ben açıkçası dehasının alameti olan bir olay göremedim pek :D Umarım tüm bu olaylar, görüşmeler 3. kitapta çözümlenir , yoksa kitap için büyük bir eksik olur. 
         

Kitapta Doğa için o kadar üzüldüm ki... Ediz'e gerçekten çok sinir oldum. Hayatımda Ediz kadar dengesiz, tehlikeli ve sayko bir karakter okumadım diyebilirim . İki kitap boyunca da ne yapmak istediğini hiç anlamadım. Doğa'ya ne kadar yakınlaşırsa o kadar çok canını da yakmaya başladı. Doğa git gide daha çok parçalandı .Özellikle ikinci kitapta Doğa'nın yanında Ediz'in de dağıldığını gördük. Doğa'nın çaresizliği o kadar iyi anlatılmıştı ki gözlerimin dolduğu çok nokta oldu .




   Kitapta eleştireceğim birçok nokta da var aslında . Öncelikle bekaret meselesinin sürekli ağızda dolaşması , Doğa ve Ediz ile karşılaşan herkesin açık açık ikisinin cinsel hayatıyla ilgili yorum yapması, herkesin Doğa'yı yatağında istediğine dair laflar etmesi biraz saçma geldi . Ediz tam bir pislik olduğu için onun cinsiyetçi yorumları kendine yakışırdı ancak bazı noktalarda da Doğa'yı daha kendine güvenen ve güçlü bir kadın olması için zorladığı dikkatimden kaçmadı. Bu konuda da Ediz Çağıran'a anlam veremedim yani :) Doğa'nın adet olduğu için bu kadar utanması saçma geldi. Evet kadınlar her ay adet olur , bu sayede insan neslinin devamlılığı sağlanır, gayet doğal bir olaydır, utanılacak bir şey yoktur .Ama bu kız sürekli adet olduğu için yerin dibine geçiyordu .



     Kitaplardaki eksik bulduğum diğer bir nokta da mekan tasvirleri ve yan karakterlerin yeterince iyi kullanılmamış olmasıydı. Neredeyse hiç mekan tasviri yoktu ve bazen evin içindeler mi, bahçedeler mi gözümde canlandırmakta zorlandım. Yazar yan karakterleri sadece üzerinden anlatmıştı. Kitaba giren her karakterin bir amacı olmalı bence ama bu kitapta amaçsız çok fazla karakter vardı. Olaylarla ilgili gibi görünen birkaç karakter vardı evet ama sanki yazar bu olayların sonunu getirememiş gibi pat diye bu olayları kestirip attı. Bu konuda da kocaman bir soru işaretiyle kaldım. 
     Eğer bu kitapları okuyacaksanız kurgusu için değil tasvirleri için okumanızı öneririm . Çünkü iki kitapta da kurguya dair bir şey göremedim .Evet ikinci kitabın sonunda şaşırtıcı bir olay vardı ama her şeyi açıklamak için yine de yeterli değildi . Ben betimlemelerin damağımda bıraktığı mükemmel tat için okumaya devam edeceğim . Yazar Doğa'nın patlama , parçalanma ve tekrar tekrar birleşip parçalanma anlarını çok iyi yansıtmıştı . Bunlar bana edebi zevk verdi . Bundan sonra da yazarın kitaplarını takip edeceğim. 




    Ayrıca " Benim neden Ediz'im yok " diye ağlayan kızları gördükçe ağzımın açık kaldığını da eklemek istiyorum . Zira Türkiye'de Ediz Çağıran tipi erkekten daha bol bir şey yok. Her akşam haberlerde Ediz'in yakışıklı ve zengin olmayan versiyonlarının harcadığı kadın hayatlarını görebilirsiniz. Anlamıyorum yani yakışıklı ve zengin olunca yaptığı her şey göz ardı mı ediliyor. Ben bu tarz şeyler söyleyen kızların Ediz karakterini anlamadığını düşünüyorum .Her insan ona değer veren ve hayatına güzellikler katacak insanlarla birlikte olmalıdır . Ediz Çağıran ise yıkmaktan ve parçalamaktan başka bir şey yapmıyor. Umarım kadınlar olarak bu bilince bir gün ulaşırız.
    


Kitaplarda işaretlediğim o kadar çok yer oldu ki , o kısımları dönüp tekrar okumak gerçekten çok güzel. 


 Baba ,sen nesin biliyor musun?
 Sen iyi falan değilsin.
 Sen artık kimseyi yakamayan sönmüş bir cehennemsin.
  
 Hayallerin gölgesi düşmezdi yere, oysa ben bir hayal olmak isterdim. Silebilseydim bu dünyadan kendimi değil , gölgemi silerdim.

" Çıkmasın karşıma" dedim düz bir sesle . "Çünkü artık bekleyeceğim tek şey beni paramparça etmesi olur . Benim dünyamda erkekler kadınları paramparça ederek sever."


" Bana bir yara nasıl sarılır ,öğret ." .. "Bildiğini biliyorum. Bazen ruhumdaki yaraları sarıyorsun."




"Anlamıyor musun? Boğuluyorum."


Babam önce kendinden nefret ettiriyor, sonra da ondan nefret ettiğim için kendimden nefret etmeme neden oluyordu.


"Bir kitapta başka bir kitabı ararsan haksızlık olur," diye mırıldandım . "Bir insanda bir başka insanı aradım, henüz hiç tanışmadığım ama varlığına inandığım birini."

"İleride evleneceğin adam sana böyle güzel sarılabilir mi?"






Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.Acı her yerdeydi. Acı bir kampüste benimle çarpışıyordu ,acı yere düşen kitaplarımı topluyor,acı benden numaramı istiyordu.Acı benimle mesajlaşıyordu, acı ellerimden tutuyordu, acı vücudumda onun bıraktığı izleri siliyordu. Acı yanağımı okşuyordu, acı bana kıyamıyormuş gibi dudaklarımdan öpüyordu, acı benimle sevişiyordu.
   

"Anahtarı kaybolmuş, kapalı bir kutuyu açmanın tek yolu onu parçalamaktır."







   

2 Aralık 2017 Cumartesi

2) Halide Edib Adıvar - Vurun Kahpeye


CAN YAYINLARI - 211 sf.


Arka kapak yazısı:


Romanımızın kilometre taşlarından Vurun Kahpeye, Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü cephelerden birinin, belki de en önemlisinin bağrında geçer: bir taşra kasabasında. Halide Edib Adıvar’ın son derece gerçekçi, ayrıntılara inen gözlem gücüyle yazılmış bu unutulmaz roman, Anadolu aydınlanmasının gerçek kahramanlarına, halkın aydınlanması için hayatlarını hiçe sayan kadınlara adanmış bir ağıt, dönüp dönüp yeniden okunacak bir belge niteliğinde.

Bir yarıyıl ödeviydi Vurun Kahpeye: Okuyacak, özetini çıkaracak, belli başlı kişilerini tahlil edecektik. Bilmem böylesi ödevler yine veriliyor mu? Ödev dosyasında derlediğimiz ödevden, yazdıklarımdan, bugün tek satır, tek sözcük hatırlamıyorum. Ama Aliye’nin yemini -hemen hemen sözcüğü sözcüğüne- ezberimde: Toprağınız toprağım, eviniz evim; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi!
SELİM İLERİ

Halide Edib'in bu kitabını henüz bitirdim. Daha önce bu yazardan bir kitap okumamıştım. Ama okumayı gerçekten çok istiyordum, bu nedenle üç kitabını birden satın almıştım :) Alalı fazla zaman olmadı , hemen okumak istedim. Daha kitaba başlamadan adından ve arka kapağından çok iç burkan bir kitap olacağını anlamıştım . Zaten öyle de oldu, kitabın son sayfasını okurken gözlerim dolu doluydu. 
Yazarın kaleminden bahsetmek istiyorum. Açıkçası okumadan önce bana ağır bir dili vardır gibi geliyordu ; biraz gözümü korkutmuştu. Ama hiç korkmaya gerek yokmuş, kitap kısa sürede bitti .Halide Edib'in dili o kadar güzel ki... Evet cümleler süslü ve uzun ama o kadar yerinde ki . Dili insanı hiç sıkmıyor ve yormuyor ,oldukça akıcı. O uzun cümleler resmen beni mest etti , yazar daha da ,daha da uzatsın istedim :D Benim okuduğum sadeleştirilmiş basım değildi , bu nedenle bir sayfada yaklaşık 5-6 sözcük için sayfanın altındaki açıklamaya bakmanız gerekiyor. Başlarda o sözcüklere bakarken kitaptan kopma yaşadım ama çabuk alıştım . Siz benim dikkatim dağılır derseniz sadeleştirilmiş basımını okuyabilirsiniz ya da bilmediğiniz sözcükleri es geçebilirsiniz ; o şekilde de çok anlaşılmayacağını düşünmüyorum.
Bu kitaptaki izlenimlerime göre yazar anlatmak istediğini oldukça sade, net ve vurucu bir şekilde veriyor. Eser Kurtuluş Savaşı zamanlarında küçük bir kasabada geçiyor. Kasabaya gelen genç, güzel, aydın düşünceli Aliye öğretmenin cahillikle, yobazlıkla, gericilikle mücadelesini anlatıyor. Sürekli herkes tarafından kirletilmeye çalışılan Aliye, her ne olursa olsun bembeyaz kalıyor ve bu beyazlık, parlaklık düşmanlarını daha da delirtiyor. Kadınların nasıl ikinci sınıf insan muamelesi gördüğünü , bazı din adamlarının (?) kendi çıkarları için nasıl memleketini satabildiğini, dini saptırabildiğini ve halkın cahilliğinden yararlanarak onları nasıl kolay etkilediğini çok net gördüm kitapta. Halide Edib feminist kişiliğini de Aliye'de çok güzel yansıtmıştı. Ayrıca Aliye'nin uğradığı haksızlıklara rağmen yine de kasaba insanına olan vefasını görüyoruz. Aliye'den başka Ömer Efendi ve minik Durmuş karakterlerini de çok sevdim , Anadolu insanın sıcacık yüreği bu iki karakterde çok iyi yansıtılmıştı.
Kitabı boğazım düğüm düğüm okudum, herkese de tavsiye ederim. 


Kitaptan alıntılar :

"Bütün debdebe, şöhret ve servetini Türk kanı ve Türk malı ile elde eden bu kahredici Türk düşmanı, nihayet, her şeyi küçük bir Türk kızının ayaklarına atıyordu.Dünya ne garip, ne garip bir şeydi. Bazan adam, yirmi üç yaşında birdenbire ne kadar ihtiyar, ne kadar bütün dünyayı kavrayan bir tecrübeye sahip oluyordu."   sf 134

"Bütün tarihte milleti için ölen ve ıstırap çeken kadınlar, ezeli gözlerinde mukaddes bir ışıkla, melek gibi dudaklarında asırların silemediği zafer tebessümüyle Aliye'ye bakıyorlardı. Demek hayatının bu harikulade dakikası Aliye'den, zavallı, isimsiz muallimeden, o geçen kadınların birinin yapamayacağı kadar ağır ve çirkin bir fedakarlık istiyordu."   sf 135


"Hayır, din bu değildi, bu çirkin ve galiz Hacı Fettah Efendi' nin temsil ettiği şey değildi. Din, nurlar içinde nihayetsiz bir rahmetin, şefaatin tecellisiydi. Kundakta ümmeti için şefaat talep eden Peygamber 'in asi ümmetine melce olan büyük Muhammed'in dini idi."    sf 143


"Tosun, onun için yegane şeydi. Fakat Aliye, Tosun'un hayatını sarsan bütün ihtiras içinde sadece bir parça , bir zerre idi. Zavallı küçük kız bilmiyordu ki, aynı kudretle birbirine bağlı olan büyük aşkların hepsi masallardadır. Kendi bakir kalbinin taşıdığı, bütün dünyasını dolduran aşk sahrasında tek ve yalnızdır."       sf 157


"Fakat yazık o kadına ki, kalbini böyle bir adama, iradesini böyle bir fikir esirine uydurmuştur. Çünkü fikriyle sevgilisi karşı karşıya geldiği zaman, her ne ıstırap ve gözyaşı mukabilinde olursa olsun, mutlak feda edilecek olan, sevgilidir."       sf 172



"Tosun'un altın salkımlardan süzülen ayın altın ışığındaki gözleri bütün imanını, bütün kadınlık ve iyilik hülyalarının almıştı; sevmek meşakkatti. İyilik , çocuk gibi azabdan, fedakarlıktan, belki de ölümden doğardı."     sf 199 



"Toprağınız toprağım, eviniz evim ; burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım; vallahi ve billahi! "      







1 Aralık 2017 Cuma

1) Didem Madak - Ah'lar Ağacı

Merhabalar,
Blogumun ilk yazısında, isim ilhamım Didem Madak'tan bahsetmek istiyorum. Kendisi benim en sevdiğim şair olur. Didem Madak ne yazık ki yalnızca 3 şiir kitabı sığdırabilmiş kısa ömrüne. Keşke daha çok yazabilseydi de biz de doya doya okusaydık..
Kitaplar:
-Grapon Kağıtları
-Ah'lar Ağacı
-Pulbiber Mahellesi

 Ben ilk iki kitabını daha çok seviyorum, son kitabında anlatımını biraz daha kapalı bulduğum için.Ama tabi ki hepsi muhteşem ,ruha dokunan şiirler. Didem Madak' ın ruhunu gözler önüne sermesine , şiiriyle arasına bariyer koymamasına bayılıyorum. Hepimizin hissettiği duyguları,hayatı öyle güzel anlatıyor ki, masal anlatır gibi. Hayatının izlerini şiirlerinde açıkça görebiliyoruz, kendini saklama ihtiyacı hissetmiyor. Şiirleri bana kolayca yazılmış, kendiliğinden dudaklarından dökülüvermiş gibi geliyor. İnsan onu okurken hiçbir zorlama hissetmiyor, hiçbir kelime fazla gibi gelmiyor. 
Her şiirinde beni vuran birkaç dize buluyorum mutlaka ve onları tekrar tekrar okuyorum. Bazen mutsuz olduğum anlarda Didem Madak okumak geliyor içimden, dertleşiyor gibi hissediyorum.  
Ben özellikle onun şiirlerini seslendirenleri internetten açıp  aynı zamanda okumaya bayılıyorum . İnternetten birçok şiirini seslendiren güzel sesli insanları bulabilirsiniz. Ben en çok sevdiklerimi aşağıya ekleyeceğim.
Aşağıda bu özel şairin Ah'lar Ağacı kitabından alıntılar bulabilirsiniz. Kendimi tutamayıp kitabın tamamını yazmış olabilirim :)


"Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım,
  İçim sıkılmasa o kadar
  Tek bir satır bile okumazdım."

"Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
 'İnsan unutandır
 ve unutulmaya mahkum olandır.'
 Tanrı şöyle derdi o zaman:
 Ah!"


"Ahlat ahların ağacıydı,
 Yaşlanmaya başlayanların,
 İtiraf edilmemiş aşkların,
 Evde kalmış kızların,
 Ahlat ahların ağacıydı,
 Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, 
 Öyleydi işte."


"Ahlar ağacıyım gibisi fazla."

"Vasiyetimdir:
 Dalgınlığınıza gelmek istiyorum 
 Ve kaybolmak o dalgınlıkta."

"Allah'la samimi oldum geçen üç yılda
 Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
 Büyük bir aşk yamadım
 Hayır
 Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım 
 Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
 Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...
 Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
 Aşk diyorsunuz ya 
 Ben istemenin Allahını bilirim bayım!"


"Yokuş aşağı şarkımı söylerdim , sarhoş 
 'Kanatlarım  vardır benim uçarım'
 Koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı
 Ne çok ısıttın beni, 
 Ne çok ısıttım seni"



"Kalbimi kalın bir kitabın arasında kuruttum
 Onu orada 
 Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.
 Kalbim!
 Şiirimin Hacer'ül esved taşı
 Hadi ama baylar,
 Bakın kaldıramıyorum,
 Yardım edin de şunu yerine koyalım."


"Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık.
 Camdan pabuçlarım kırık
 Prens de bulamaz beni artık.
 Hayata söyleyin bundan sonra gitsin 
 Anlamını masallarda arasın
 Hay!
 Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım 
 da çiçekler açsın ruhunuz."


 "Ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle
  Hangi hayat süslendi senin için bu kadar."

 "Toprağın seviyesine ineceğim 
   Anlamalı beni mezarım da 
   Bir uyağa takıldım düşmeye razıyım
   Artık beni anla"

  "Kalabalık avlular, yüksek duvarlar
   Başımız döndüydü hatırla  
   Sürmeleri ne karaydı kadınların
   Herkesi bir yere sürer ya dünya
   Gözlerine sürülmüştü orada kadınlar."
   

BİR SONRAKİ YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE, HOŞÇA KALIN :)