30 Ocak 2018 Salı

7) Lou Andreas-Salomé- Feniçka

70 sf.-Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


 Freud'un öğrencisi, Nietzsche ve Rilke'nin aşık olduğu kadın... Açıkcası Salomé'den bahsedenlerin hep bu durumlar nedeniyle onun eserlerini merak ettiklerini söylediklerini duydum. Ama bence sırf bu sıfatlarla anılmak, Salomé gibi tek başına zaten muhteşem olan bir kadına hakarettir. 
 Feniçka , Salomé'nin kendisinden çok fazla etkilenerek yazdığı bir karakter bence. Hatta belki de kendi hayatından bir kesiti okumuşuzdur, bunu bilemeyeceğim . Fakat bildiğim şey , Feniçka'nın okuduğum en iyi kadın karakterlerden biri olduğu. Öyle ki, Feniçka'nın her dediğinin altını çizmekten alamadım kendimi. 
 Kitapta beni en çok etkileyen noktalardan biri Feniçka'nın aşağılanan bir hemcinsine karşı yaklaşımıydı. Bu olayla kitaba giriş yapılıyor ve zaten başından Feniçka'nın nasıl mükemmel bir kadın ve bir insan olduğunu başından anlıyoruz. Bu olay beni etkiledi çünkü günümüzde erkekler kadar kadınlar da , kadınları aşağılıyor ,acımasızca yargılıyor ,kendi görüşüne uymadığı için bambaşka şeylerle yaftalıyor. Aynı sorunları yaşıyor, aynı dertleri paylaşıyor, aynı şeylere belki de her gün korkuyor, aynı şeylerden çekiniyor, aynı özgürlükleri istiyoruz fakat birbirimizi hiç anlamıyor, yeri geldiğinde acımasızca eleştiriyoruz.Farkında olmadan, birbirimize kötü duygular besledikçe kendi oturduğumuz dalı kesiyoruz. 
 Feniçka, döneminin çok ilerisinde görüşlere ve davranışlara sahip bir genç kadın. Kitap ağırlıklı olarak, Feniçka ile konuştukça fikirleri ve kadına bakış açısı değişen  Max Werner ile Feniçka'nın diyalogları ile devam ediyor. Zaten kısacık bir kitap, olay örgüsü değil de düşünceler ön planda. Aslında keşke biraz daha uzun olsaymış dedim çünkü bitirdiğimde bir bitmemişlik hissi oluştu içimde. Yine de çok güzeldi, sonu da duygulandırdı beni.


   "Bu dünyada bizi özgürlüğe yaklaştıran tek bir şey varsa o da zihinsel çalışmalardır."


    "Aşkı nasıl mı hayal ederdim? Ah, çok basit. Son derece sade ve sağlıklı. Sanırım hiç de şeytani ve romantik sayılamayacak şeylerle karşılaştırırdım aşkı.Her gün açlığımızı giderdiğimiz kutsal, doyuran ekmekle; her gün evimizi açtığımız hayat veren temiz havayla. Sonuç olarak her şeyi borçlu olduğumuz, ama haklarında pek öyle tumturaklı laflar etmediğimiz en önemli, en doğal, en güzel şeylerle."


"...Benim onurum için başka insanların endişe etmeleri son derece nahoş ve ben buna alışkın değilim. Ayrıca onur kırılgan bir şey olabilir, ama ben değilim."


"İnsan kadınları ister idealize etsin ister şeytanileştirsin, her durumda erkeğe bağlı değerlendirip basitleştiriyordu. Belki de kadına adeta bir sfenks karakteri yüklenmesinin temelinde büyük ölçüde, erkeğinkinden hiç de geri kalmayan eksiksiz insaniyetinin bu ağır basitleştirmeyle örtüşmemesi yatıyordu."











10 Ocak 2018 Çarşamba

6) Gogol - Bir Delinin Hatıra Defteri



Bir Delinin Hatıra Defteri benim Gogol'dan okuduğum ilk kitap oldu. Varlık yayınlarının Nihal Yalaza Taluy çevirisini okuduğum için de çok mutluyum. Kitapta ayrıca "Palto" ve "Burun" hikayeleri de vardı. Bütün hikayeleri çok sevdim . Özellikle de Palto hikayesine bayıldım.
Gogol mükemmel bir yazar , çok ince bir zekası, gözlem gücü ve  mizah anlayışı var .
Gogol'un diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum. 

"Öte yandan bu derece nazik ,ince yapılı Ay, insanların orada barınması için elverişli değildir, sadece burunları yerleşebilir Ay'a... Zaten bu yüzden Ay'da bulunan burunlarımızı göremeyiz. Şimdi Ay'ın yeryüzümüz gibi ağır bir nesne altında kalmasıyla burunlarımızın nasıl pestil haline geleceğini düşündüm ve kuşkulandım doğrusu."


"Tiyatroya bayılırım! Doğrusu cebime birkaç kapek geçti mi soluğu tiyatroda alırım. Oysa ki şu bizim memurlar arasında ömründe tiyatronun kapısına uğramamış yabanlar vardır. Belki beleşten bir bilet geçince zahmet buyururlar ama, parayla tiyatroya gitmeyi akıllarının köşesinden geçirmezler."



"Herkesin nabzına göre şerbet veren, saray kapılarını aşındıran, kendilerini yurtsever diye satan, yüksek rütbeli, yüce unvanlı babalar da sadece yağlı kuyruk peşinde... Evet, yağlı kuyruktan başka düşünceleri yoktur bu yurtseverlerin! Para için yalnız anasını babasını değil, Tanrısını bile satar bu çıkarcılar."



"Ama bu konunun üzerinde fazla durmamak belki daha iyi olacak, çünkü bizim Rusya, öyle garip bir ülkedir ki, bir 9. derece memurdan söz açınca Riga'dan Kamçatka'ya kadar bütün 9. derece memurlar kendilerinden söz edildiğini sanarak alınırlar... Hatta yalnız onlar için değil, unvan ve rütbe sahibi başkaları için de aynı şey söylenebilir."





5) İrem Uşar- Ben Ayrıkotu


Ben giyinip evden çıkacağım. Bir apartman kapısının önüne geleceğim, durup önce apartmanın ismine, sonra zillere bakacağım. Zildeki bir isim hoşuma gidecek, hemen oracıkta zahmetsizce sokağının, apartmanının adını, daire numarasını zarfın üstüne yazacağım. Sonrasında, derhal oradan uzaklaşacağım. Postaneye gidip Şef'ten -postanenin şefi, eski ahbap, uzun hikâye- mektubumu postalamasını rica edeceğim.
Platonik posta! Yapacağım şey bu.

On dokuz yaşındaydı ve insanlardan kopmuştu. Ne buluşmak istiyordu onlarla, ne de karşılaşmak. Konuşup yanlış anlaşılmaktansa, yazının güvenli ritmini tercih etti. Kapısını kapadı, kalbini açtı. Böyle böyle başladı mektup yazmaya. Kimseye söyleyemediklerini herkese anlattı. Günlerce, haftalarca, aylarca... Ve sonunda, hiç beklemediği birine yakalandı!..

Gözlem gücünün yansıdığı kitaplarıyla sevilen İrem Uşar'ın ilk kez 2008'de yayımlanan romanı, gözden geçirilmiş baskısıyla ON8'de. Bir gencin yaşamındaki özel bir döneme, onun saklanmak ve erişmek, silikleşmek ve görünür olmak arasındaki gelgitine tanıklık eden Ben Ayrıkotu, gerçeklik ve hayal dünyası arasında usulca geziniyor. İnsanın karmaşık duygu durumlarını, iç hesaplaşmalarını ustalıkla çözen romana İstanbul'un birbirinden farklı ve özel mekânları ev sahipliği yapıyor. Ödüllü çocuk kitaplarının yazarı İrem Uşar, genç ve samimi üslubuyla her yaştan okuru kucaklıyor.
(Tanıtım Bülteninden)



Çok fazla kişinin bilmediğini düşündüğüm çok güzel bir kitapla karşınızdayım. Açıkçası ben de kitap alışverişi yaparken tesadüfen fark ettim bu kitabı. İsmi ilgimi çekti, arka kapak yazısı ise hemen sepete eklememe neden oldu :)
Kitabımızın konusu gerçekten ilginç . 19 yaşındaki karakterimiz platonik mektuplar yazmaya karar veriyor. Rastgele adreslere yüzlerce mektup gönderiyor, iki yıl boyunca resmen eve kapanıyor. Biz bir bölümde bu mektubu sonraki bölümde ise mektubu bulan kişinin hayatından bir kesit okuyoruz. 

Konu gerçekten çok güzel, yazar güzel işlemiş ve sonunda gerçekten şaşırttı beni. İrem Uşar' ın dili oldukça güzel. Sade ve akıcı bir anlatımı var aynı zamanda edebi olarak da doyurucu. 
Ben Çağdaş Türk Edebiyatı okumayı seviyorum.Yazarın başka kitapları çıkarsa onları da mutlaka okuyacağım .




"İşte,onun dışarıdan görünen ağırlığı, sessizliği de bundan. Çok fazla sesten sessiz, sonsuz düşünceden fikirsiz, telaşlı içsesinden heykel olmuş."



"Onlar kendilerini çok kalabalık sanıyorlar. Aslında nüfusları o kadar değil. Böyle görünmelerinin asıl nedeni, kendilerini gerçekte olduğundan çok daha 'fazla' sanmaları."




"O gün anladım, insan insana çoğu zaman yalan söylüyor. Kendini korumak için diğerini kandırıyor. Kendini göstermemek için, gururuna yediremediği için, uzun uzadıya uğraşmamak için, bıktığı için, doğrular işine gelmediği için ya da umudu tükettiğinden, saklanıyor."



"Bedeni oradayken aklı hep başka yerde. Hep kendinden biraz önde gidiyor. O mahcup, utangaç halleri üstüne yapışmış, bir türlü kendinden sökemiyor. Aslında  başka biri o, ama kim olduğunu unutturmuşlar. Kim olduğunu öğrensin istememişler."



"Çoğu zaman uzak gördüğü, ama sıklıkla hayal etmekten kendini alamadığı gerçeği, isterse pekala yaşayabileceğinin farkına varınca, insanın içinde tuhaf bir özgürleşme büyüyor. Ben de kendi içimde öyle büyüdüm."



"Alışkanlıklar... kopyalamalar... alıp getirmeler... tam da bir öncekinin yerine koymalar... İnsanın en iyi bildiği şey bu, değil mi?" 



"Işık umuduyla tünel kazmak bazen iyi gelir."



"O zaman nasıl oluyor da, bir başkasınınkiyle mutlaka kesişecek duygular yaşarken, bu kadar az anlıyoruz birbirimizi? Nasıl oluyor da, bu kadar yalnız kalıyor, uzun sessizlikler yaşıyoruz? Söyleyeceklerimizi birçok kez düşünüp, sonra bambaşka konuşuyoruz? Ve, öyle ya da böyle, yalnızlıktan hoşnutken bile, sonunda mutlaka dostluk, aşk arıyoruz?"


Fotoğraf çekimini sabote etmeye çalışan kedimi de aşağıda görebilirsiniz  :P